MURİS MUVAZAASI
Nisbi muvazaa türlerinden olan muris muvazaası, mirasbırakan ile lehine tasarrufta bulunulan kişinin, saklı paylı mirasçı olup olmaması önem arz etmeksizin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yaptıkları anlaşmaya dayanan muvazaadır. Yargıtay muris muvazaasını, mirasbırakanın gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemekle birlikte, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmesi şeklinde tanımlanmıştır.
Muris muvazaası, hukukumuzda özel bir düzenlemeye sahip değildir. Türk Borçlar Kanunu’nun 19. Maddesinde düzenlenen muvazaa hükmü çerçevesinde ele alınmaktadır. Ancak toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda doktrinde ve uygulamada geniş yer tutmaktadır.
Mirasbırakanın, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yaptığı muvazaalı tasarruflara karşı, saklı paylı mirasçı olsun veya olmasın tüm mirasçılar dava açma hakkına sahiptir. Muris muvazaası bu yönüyle tenkis davasından ayrılmaktadır. Nitekim tenkis davası açma hakkı yalnızca saklı paylı mirasçılara tanınmıştır.
Muris muvazaasının unsurları;
1.Görünüşte sözleşme: Mirasbırakanın, mirasçılarındna mal kaçırmak amacıyla esasında bağışlama amacıyla temlik ettiği taşınmazını, karşı taraf ile anlaşarak ve gerçek iradesine aykırı olarak, hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak şekilde düzenlediği sözleşme, görünüşteki sözleşmedir. Bu sözleşme genellikle, satış sözleşmesi veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır ancak yazılı borç ikrarı veya kambiyo senedi düzenleme şeklinde de yapılabilmektedir. Sonuç itibariyle tarafların bilerek ve isteyerek, gerçek amaçları ile yaptıkları işlemler arasında uyumsuzluğa sebep olmalarıdır.
2.Üçüncü kişileri aldatma kastı: Muris muvazaası mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmaktadır. Mirasçılar, muvazaalı işlemin dışında kalan ancak bu işlemden zarar gören üçüncü kişi konumundadırlar. Ancak bazı durumlarda muris muvazaası, alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla da gerçekleşebilmektedir. Böyle bir durumda üçüncü kişi konumunda olan, kendisinden mal kaçırılan alacaklıdır.
Mirasçının muris muvazaası nedeniyle dava açmada hukuki yararının varlığının kabulü için, mirasbırakanın ölümü tarihinde mirasçı olması gerekli ve yeterlidir. Dikkat edilecek nokta, muvazaa tarihinde mirasçı olmanın dava açmak için yeterli olmamasıdır, mirasbırakanın öldüğü anda mirasçı sıfatını haiz olmak gereklidir.
3.Muvazaa anlaşması: Bu anlaşma, görünüşteki sözleşmenin gizlenen amacına ilişkin mirasbırakan ile taşınmazı devralan arasında yapılan anlaşmadır. Muris muvazaasından bahsedebilmek için görünüşteki sözleşmeden farklı, muvazaalı bir anlamanın bulunması gerekmektedir. Mirasbırakan bu anlaşmayı bizzat yapabileceği gibi vekili aracılığıyla da yapabilir. Muvazaa anlaşmasının görünüşteki sözleşmeden önce veya en geç aynı anda yapılması gereklidir.
4.Gizli sözleşme: Mirasbırakanın, gerçek iradesine uygun olarak yaptığı sözleşme gizli sözleşmedir. Miras muvazaasında gizli sözleşme her zaman bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. Bu sözleşme, mirasbırakan ille lehine tasarrufta bulunulan kişinin gerçek iradelerini yansıtması sebebiyle geçerli bir sözleşmedir. Bu nedenle geçerli bir sözleşmenin sonuçlarını doğurur ve sözleşme tarafları hem de mirasçılar bakımından bağlayıcıdır. Bu durumda mirasçıların başvurabileceği yol, TMK m.565 çerçevesinde tenkis davası veya m.669 çerçevesinde mirasta iade davası açmaktır. Taşınır mallar bakımından yapılacak gizli sözleşme herhangi bir şekil şartına tabi değildir ancak tapulu taşınmazlar için yapılacak gizli sözleşmenin resmi şekilde düzenlenmiş olması geçerlilik şartıdır. Şekil şartının sağlanmaması halinde yapılan sözleşmenin sonucunda taraflar arsında hak ve borçlar doğmayacaktır, söz konusu sözleşme daha sonradan tarafların onay vermesiyle de geçerlilik kazanamamaktadır. Şekil şartı geçerlilik koşulu olduğundan, şekle aykırılık ilgililer tarafından ileri sürülebileceği gibi hakim tarafından re’sen dikkate alınmaktadır.
Yargıtay kararlarında, mirasbırakanın ölümünden çok kısa bir süre önce tüm malvarlığını devretmesi, yapılan tasarrufların mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı şeklinde değerlendirilmiştir. Bununla birlikte mirasbırakan, hastalık döneminde kendisinin yanında olmayan mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla da muvazaalı işlemler yapabilmektedir. Bir diğer sık rastlanan durum ise erkek çocuklarına kız çocuklarından daha fazla mal bırakma amacıdır.
Mirasbırakanın mal kaçırma kastının bulunmadığı durumlarda muris muvazaasından söz edilemeyecektir. Dolayısıyla gerçek bedeli alınmak suretiyle yapılan satışlarda, tapuda resmi şekilde yapılan bağış sözleşmesi ile tapulu taşınmazın devredilmesi halinde, mirasçılardan mal kaçırma kastı olmaksızın ölünceye kadar bakma sözleşmesi karşılığında devrin yapılmasında, mirasbırakanın dengeli ve tüm mirasçıları kapsar şekilde yaptığı paylaştırmada muris muvazaasından söz edilemez.
Tapusuz taşınmazlar ile taşınır malların bağışlanması halinde muris muvazaası sebebine dayanarak iptal veya tescil davası açılamaz. Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların devri, taşınır mal gibi gerçekleştiğinden satış ve bağışları şekle tabi değildir. Bu durumda mülkiyetin geçmesi, zilyetliğin devri ile mümkündür. Bu nedenle görünüşteki sözleşme tarafların gerçek iradesini yansıtmadığından geçersiz olsa dahi, tarafların iradesine uygun gizli sözleşme için bir şekil şartı bulunmadığından muris muvazaası ileri sürülemez. Ancak taşınır niteliğindeki trafiğe kayıtlı araçlar bakımından özellik arz eden bir durum mevcuttur. Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafik tesciline kayıtlı araçların devri, noterlerce re’sen düzenleme şeklinde yapılmış olması halinde geçerli olacaktır, bu şekil şartını sağlamayan araç devri geçerli değildir. Mirasbırakanın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla trafik siciline kayıtlı aracını, bağış olduğu halde satış gibi göstermesi halinde TBK m.19 çerçevesinde muvazaa hükümlerine başvurulabilir.
Mirasbırakan, tapulu taşınmazını esas amacı bağışlama olmasına rağmen tapuda, satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmiş ve ölümünden sonra temlik edilen taşınmazın devralan kişi üzerine tespit ve tescili yapılmışsa, Kadastro Kanunu m.12’ye göre on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi üzerine mirasçılar muris muvazaası sebebine dayanarak iptal ve tescil talep hakkını kaybederler. Hak düşürücü sürenin uygulanabilmesi için tespit tutanağının düzenlenmesi ve tespit sınırlandırma işleminin usulünce kesinleşmesi gerekmektedir. On yıllık hak düşürücü süre, tespit tutanağının kesinleşmesinden itibaren başlar.
Muris Muvazaası Davası: Muris muvazaası nedeniyle açılan davalar malvarlığı haklarına ilişkin olduğundan 6100 HMK’na m.2’ye göre, değer ve miktarına bakılmaksızın asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına girmektedir. Muris muvazaasında yetkili mahkeme HMK m.12’ye göre taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Tenkis davasında ise yetkili mahkeme, mirasbırakanın yerleşim yeri mahkemesidir. Bu yetki kuralları kesin yetki kuralı olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle tenkis davası olarak açılmış bir davanın daha sonradan ıslah yoluyla muris muvazaasına dönüştürülmesi halinde, taşınmazı bulunduğu yer mahkemesi ile mirasbırakanın son yerleşim yeri mahkemesi farklı ise yetkisizlik sebebiyle davanın reddi sonucu ortaya çıkacaktır.
Muris muvazaası davasında davacı, miras hakkı zarar göre tüm mirasçılardır. Mirasçılık sıfatı, mirasbırakanın ölüm anına göre tespit edilmektedir. Mirası reddeden mirasçının açmış olduğu muris muvazaası davası dinlenmez. Usulüne uygun şekilde yapılan feragat sözleşmesi ile miras hakkından feragat eden mirasçının da muris muvazaası davası açma hakkı bulunmamaktadır. Mirastan ıskat edilen kişinin de muris muvazaasına dayalı dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.
Muris muvazaası davasında davalı, muvazaalı işlemi yapan kişi, onun mirasçısı veya kötü niyetli olarak taşınmazı devralan kişidir.
Davacı konumundaki mirasçılar, muris muvazaası işleminin tarafı olmayıp üçüncü kişi olduklarından muvazaa olgusunu her türlü delille ispat edebilirler. Toplanan delillerle birlikte somut olayın özelliklerine göre taşınmazdaki fahiş değer farkı, mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacının olup olmaması, davalının alım gücü gibi unsurlar da dikkate alınmaktadır. Muvazaanın ispat edilmesi halinde devredilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile mirasçılar adına tesciline karar verilmesi gerekmektedir.
Pay oranında açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarında davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp, ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan, dava değeri davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin miras payına isabet eden değerdir. Bununla birlikte, tapu iptal ve tenkis talebi aynı taşınmaza ilişkin bulunduğundan tenkis hukuki sebebiyle istenebilecek tazminatın üst sınırı tapu iptal isteğindeki payı geçemez.
Yargıtay Kararları
“Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 190. maddesinde, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır.
Somut olayda, yukarıda değinilen ilke ve olgular tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde, soyut tanık beyanlarının ve salt değerler arasındaki farkın muvazaanın kanıtı için yeterli bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi isabetsizdir.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/479 E., 2019/1178 K.)
“Mahkemece, tenkis istemli davanın 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece, “Hemen belirtilmelidir ki, dava konusu … parsel sayılı taşınmaz yönünden yapılan işlemin gizli bağış olduğu ve Türk Medeni Kanunu’nun 571. maddesinde düzenlenen 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacı vekilinin anılan taşınmaza ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir, Reddine. Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; davacı tarafından dava konusu … ve … parsel sayılı taşınmazların muris tarafından davalı …’e devredilmesi nedeniyle davalıdan muris muvazaasına dayalı tazminat istendiği, terekeye yönelik haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası davalarının zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği, ne var ki mahkemece bu husus gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile anılan taşınmazlar yönünden de tenkis istendiği gerekçesiyle davanın hak düşürücü süreden reddedilmesi hatalıdır. Hal böyle olunca, dava konusu … ve … parsel sayılı taşınmazların muris tarafından davalı …’a devrinin muvazaalı olup olmadığının araştırılması, taraf delillerinin toplanması, murisin iradesinin kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Kabule göre de; davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu, 100.000,00 TL değer üzerinden harçlandırılmak suretiyle açıldığı ve davanın reddedildiği gözetildiğinde, davada kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesi de isabetsizdir.” gerekçesiyle bozulmuş, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde dava konusu … parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesi ile reddine, diğer dava konusu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.”(Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2020/2293 E., 2021/6615 K.)
“Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 1945 doğumlu mirasbırakan …’ın 27.08.2007 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak asıl davada davacı olan eşi …n , asıl davada davalı-birleşen davada davacı kardeşi … ile asıl ve birleşen davalarda davalı kardeşleri …, …, … ve …’nin kaldıkları, davalılardan…’in yargılama aşamasında 30.7.2012 tarihinde öldüğü, mirasçılarının davaya dahil edildiği, diğer davalılar … ile …’ün mirasçı olmadığı, muris …’in maliki olduğu 413 parsel sayılı taşınmazını bizzat27.10.2006 tarihli satış işlemi ile davalı …’a devrettiği, yine murisin adına kayıtlı …-…-…-… parsel sayılı taşınmazların ise murise vekaleten dava dışı … tarafından 31.07.2007 tarihinde satış yolu ile diğer davalı …’a temlik edildiği, bozma sonrası alınan Adli Tıp Kurumu raporunda, murisin işlem tarihinde ehliyetli olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, davalılardan …’a devredilen çekişme konusu … parsel sayılı taşınmaz yönünden yapılan temlikin, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı saptanmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Asıl davada davacı …’ın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine.
Somut olaya gelince; tüm dosya içeriği itibariyle murisin kanser hastalığı ile mücadele ettiği, dinlenen tanık beyanlarına göre özel hastanede tedavi gördüğü, hatta bir dönem tedavisi için İngiltere’ye gittiği, yurt dışında tedavi masraflarının ne kadar olacağını araştırdığı, tedavi giderleri için taşınmazlarını satacağını çevresine söylediği hususları bir bütün olarak nazara alındığında, murisin eşinden ve kardeşi Celal’den mal kaçırmasını gerektirir bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davaların tümden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.”(1. Hukuk Dairesi 2019/4763 E. , 2021/6617 K.)