DÜĞÜNDE TAKILAN ZİYNET EŞYANIN PAYLAŞIMI
Evlilik sebebiyle gelin veya damada verilen hediyeler, ziynet eşya olarak kabul edilmektedir. Bu kapsamda bilezik, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe, yüzük vb. takılar, çeyrek altın, yarım altın, cumhuriyet altını ve reşat altınının yanı sıra, düğün merasimi nedeniyle verilen para da ziynet eşyası olarak nitelendirilebilir.
Yargıtay kararlarına göre ziynet eşya, yalnızca nikahta/düğünde verilen hediyelerden ibaret değildir. Bunun öncesinde gerçekleşen nişan, kına, çeyiz serme vb. aşamalarda verilen hediyeler de ziynet eşyadır. Yargıtay’ın kabulüne göre, kim tarafından takılmış olursa olsun düğünde takılan ziynet eşyalar kadına aittir ve bu doğrultuda, damadın yakınları tarafından takılmış olması da önem arz etmeksizin kadına ait kabul edilmektedir. Bu husus Yargıtay kararlarında ‘Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bu noktada “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 220. maddesinde;
“Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır:
Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,
Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,
Manevi tazminat alacakları,
Kişisel mallar yerine geçen değerler.” kişisel mal olarak sayılmıştır.
Kanun’un 222/1. Maddesinde ise; “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” şeklindeki düzenleme ile de ispat yükünün kime ait olduğu hususu gösterilmiştir.
Yargıtay’ın erkeğe takılan ziynet eşyaların da kadına ait olduğuna ilişkin kabulü, erkeğe verilen tüm hediyelerin kadına ait olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Bu noktada ‘kadına özgü ziynet eşyalar’ şeklindeki sınırlama çerçevesinde hareket etmek gerekmektedir. Erkeğe hediye edilen saat, kol düğmesi vb. erkeğin kullanımına özgü ziynet eşyalarının kadına ait olduğu sonucuna ulaşılamaz. Ancak Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına, yaygın örf ve adet ile ülke gerçeklerine göre kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyası ve paralar kim tarafından ve hangi eşe takılırsa takılsın aksine bir anlaşma ya da örf ve adet kuralı olmadığı takdirde kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı kabul edilir. Yani erkeğe takılan ziynetler ve paraların da aksi kanıtlanmadığı müddetçe kadına ait olduğu kabulü vardır. Söz konusu ziynet eşyasının (altın vs.) evlenme sebebiyle gerek ailelerce ve gerek yakınlarca kadına geleceğinin güvencesi olarak takıldığı kabul edildiğinden emaneten (geçici olarak) takıldığı konusunda kadının bir kabulü olmadığı sürece genel kural kabul edilecektir. Artık, ziynetlerin geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmedikçe, bunları alan iade etmekle yükümlüdür.
Doktrinde, bir eşyanın kişisel eşya olarak nitelendirilmesi için bunların sadece eşlerden birinin ihtiyaçlarına yönelik, “gelir getirmeyen”, diğer eşin ve aile üyelerinin kullanımı dışında olan bir eşya olması gerektiği ifade edilmektedir. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına özgülenmiş eşya kişisel maldır”. Buna karşılık, ziynet eşyalarının istenilen her an kolaylıkla paraya dönüştürülebileceği, saklanmasındaki kolaylık ve yatırım amacı dikkate alındığında bunların yalnızca kadın eşin kişisel kullanımına yarayacağı ve kadına özgü olduğunun kabul edilemeyecek olması sebebiyle Yargıtay’ın ziynet eşyasının kadının kişisel malı olduğu kabulü eleştirilmektedir.
Ziynet eşyaları boşanma davası ile talep edilebileceği gibi, boşanmadan sonra ayrı bir dava açmak suretiyle de talep edilebilir. Bu davada ziynet eşyasını aynen temin etme imkanı varsa aynen, aynen iade imkanı olmaması halinde maddi karşılığının talep edilmesi mümkündür. Bu nedenle ziynet eşyasının paraya dönüştürülmesi ile başka bir eşya alınması halinde de ziynet eşyanın karşılığının talep edilmesi mümkündür. Bununla birlikte eşler arasında, ziynet eşyasının paylaşımına ilişkin anlaşma da yapılabilir.
Ziynet eşyası davasında ispat yükünün kimde olduğu değerlendirilecek olursa, öncelikle hâkimin taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramayacağını belirtmek gerekir. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde belirtildiği gibi, 6100 sayılı HMK’nın 190. maddesinde de; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Bu çerçevede ispat yükü, hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Olağan olan, kadına özgü ziynet eşyalarının kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir. Ziynet eşyası davasında dava konusu altınların varlığı ve bu altınların kadın eşte olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmalıdır.
Bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü maddi olayın doğru olduğunu kabul etmesi şeklinde tanımlayabileceğimiz ikrar, hukukumuzda kesin deliller arasında kabul edilmektedir. Kesin delil, tarafları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Bu nedenle eşler tarafından, ziynet eşyanın varlığına veya aidiyetine ilişkin ileri sürülen iddiaların diğer eş tarafından kabul edilmesi ikrar niteliğinde olup, kesin delil teşkil etmektedir. Yargıtay’ın kararından örnek vermek gerekirse, ‘kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu ilkeden hareketle, davalı erkeğin düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiş olması karşısında, bu beyanın 6100 sayılı HMK’nın 188. maddesi gereğince mahkeme önünde ikrar kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkacaktır. O hâlde mahkemece bu bilezikler yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.’
Ziynet eşyasının aynen iadesinin mümkün olması halinde, ‘kişisel mal’ olarak kabul edilmesi sebebiyle talep konusu hak, istihkak kabul edilmelidir. İstihkak, mülkiyet hakkına dayanması sebebiyle zamanaşımına tabi değildir. Ancak ziynet eşyasının dönüştürülmüş olması halinde söz konusu dava, bir alacak davası niteliğinde olacağından, Borçlar Kanunu’nda genel zamanaşımı süresi olarak düzenlenen on yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre, boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren başlamaktadır.
Yargıtay Kararları
“Somut olayda, tüm dosya kapsamı ile boşanma davasında dinlenen tanık beyanlarından da anlaşılacağı gibi, davacı ve davalı Denizli’de ikamet etmekte iken bir ziyaret için İzmir’e gittikleri, İzmir’de bir kafede otururken yaptıkları tartışma sonucunda davalının davacıyı orada bırakarak Denizli’ye döndüğü, davacı kadının ise İzmir’de kaldığı anlaşılmaktadır.
Olayın oluş şekli itibarı ile davacı kadın evden boşanmayı tasarlayarak ayrılmamıştır. Bu düşünce ile evden ayrılmayan davacı kadının ziynetleri yanına alarak götürdüğünün kabulü mümkün değildir. Öte yandan, davacının talimatla dinlenen tanığı Yıldız beyanında, davalının boşanma davasının devam ettiği süreçte davacının kendisinden maddi ve manevi tazminat talep etmemesi halinde bütün ziynet eşyalarını iade edeceğini beyan ettiğini söylemiş, bu haliyle de davalı tanık huzurunda ziynetlerin kendisinde bulunduğunu zımnen kabul etmiştir.
Davacı, yargılamanın başından itibaren dava konusu ziynetlerin davalıya ait kasada saklandığı konusunda ısrarcı olmuş ve dava açılırken davalının hesabına ihtiyati tedbir konulmasını talep etmiştir. Mahkemece davalıya ait hesabın bulunduğu bankaya 15.06.2007 tarihinde ihtiyati tedbir konulması konusunda müzekkere yazılmış, banka 03.07.2007 tarihli cevabi yazısında davalının hesabı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, ayrıca davalının kiralık kasasının da mevcut olup, bu hesabına da ihtiyati tedbir konulup konulmayacağı hakkında bilgi verilmesini talep etmiştir. Davacının kasada keşif yapılmasını talep etmesi üzerine, mahallinde yapılan inceleme sırasında davalıya ait kasada iki adet pasaport, bir CD ve bir sigorta poliçesi bulunmuş olup, kasa açma kapama tutanağı incelendiğinde ise, kasanın davalı tarafından en son 04.07.2007 tarihinde saat: 08.45’te açıldığı görülmüştür.
Bu tarihe ve saate dikkat edildiğinde, mahkemece davalının hesabına ihtiyati tedbir konulmasının ertesi günü olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, kasanın açıldığı saat itibari ile kasaya konulmuş olan eşyaların günün çok erken saatinde kasaya konulmasını gerektirecek mahiyette eşyalar da olmadığı belirgindir.
Hal böyle olunca; davacının evden kavgalı bir şekilde ve ayrılma düşüncesi ile ayrılmadığı, eşi ile birlikte İzmir’e gittikleri, İzmir’de bir kafede oturdukları sırada aralarında çıkan bir tartışma sonucunda ayrı yaşamaya başladıkları sabit olduğundan, davalı erkek kendisi lehine olan karineden yararlanamaz. Bu durumda ispat külfeti yer değiştireceğinden, artık altınların kendisinde olmadığını ispatlama külfeti davalı erkeğe düşer. Davalının hesabına konulan ihtiyati tedbirin ertesi günü, olağan olmayan bir saatte davalıya ait kasanın açıldığı ve kasada normal koşullarda banka kasasında saklanması gerekmeyen evraklar bulunduğu saptanmıştır. Bu şekilde, yerel mahkemece dava konusu ziynetlerin davalıda kaldığını önemli ölçüde ispat edecek deliller elde edilmiş olmakla birlikte, hâkimin kanaatinin güçlendirilmesi amacı ile ziynetlerin miktarı ve davalıda kalıp kalmadığı konusunda resen davacıya yemin teklif edilmiştir.
Tüm dosya kapsamı, olayların gelişimi ve davacı tarafından icra edilen tamamlayıcı yemin de gözetildiğinde, davacının davasını ispat ettiği sonucuna varılarak, davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/6-46 E., 2010/75 K.)
“Dava, Ziynet ve çeyiz eşyalarının mevcutsa aynen değilse bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle ziynet eşyaları yönünden bozulmuştur. Yerel Mahkeme; ispat yükünün davacıda olduğu, davacının da kendisine ait olan ve kendisinde bulunması gereken ziynet eşyalarının rızası dışında davalı tarafından elinden alındığını ve bozdurulduğunu ispat edemediği, ailenin ortak giderleri için malvarlığından rıza ile yapılan katkının geri istenemeyeceği gerekçesi ile önceki kararında direnerek ziynet eşyaları yönünden davanın reddine karar vermiştir. Hükmü taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, düğün sonrası davalı tarafından davacıdan alınarak bozdurulan altınların davacının evlilik birliğinin giderlerine mal varlığı oranında katkısı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, bozdurulan altınların rıza ile bozdurulduğu hususunun kim tarafından ispatlanması gerektiği buna bağlı olarak bozdurulan altınların bedelinin davalıdan tahsiline karar verilip verilemeyeceği noktasındadır.
01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile birlikte 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin karının iaşesini kocaya yükleyen 152. maddesi de yürürlükten kaldırılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 186/3 fıkrası “Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.” hükmünü getirmiştir. Bu nedenle bozma ilamında yer alan “…Öte yandan karının iaşesini sağlamak kocaya aittir.” cümlesinin maddi hataya dayalı olduğu kanaatine varıldığından bozma metninden çıkarılması gerekir.
Ne var ki; TMK. nun 186/3 fıkrasında her ne kadar eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılacakları belirtilmiş ise de buradaki katılma ya eşlerin rızası ile ya da mahkeme kararıyla olması gerekir.
Diğer taraftan, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu durumda ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere kocaya verildiğinin, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup ev ihtiyaçları için harcandığının davalı yanca kanıtlanması halinde koca almış olduğu ziynet eşyalarını iadeden kurtulur.
Somut olayda ise bu konuda herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı gibi kadının rızası ile katkı amacıyla bozdurulmak üzere ziynet eşyalarının verildiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. Davacıya ait olduğu anlaşılan dava konusu altınların evliliğin devamı sırasında davalı tarafından bozdurularak ev ihtiyacı için harcandığı davalı yanca kabul edilmiştir; ancak davalı, davacı kadının kendi rızası ile ziynet eşyalarını verdiğini kanıtlayamamıştır.
Eş söyleyişle; evin ihtiyacı için bozdurulan ziynet eşyalarının rıza ile ve iade şartı olmaksızın verildiğini davalı koca ispatlamak zorunda olup somut olayda davalı koca bu durumu ispat edemediğinden dava konusu ziynet eşyalarını davacıya iade ile mükelleftir.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu2010/6-533 E., 2010/578 K.)
“Davacı vekili, bilirkişi raporuna karşı itirazlarını içeren dilekçesinde nişan fotoğrafında görülen dizili İngiliz bileziğin bilirkişi raporunda belirtilmediğini, yine fotoğrafta ikiden fazla burma bilezik görünmesine rağmen bilirkişinin eksik gözlem yaparak eksik bilezik sayısı tespit ettiğini belirtmiştir. Dosyada bulunan fotoğraf incelendiğinde bilirkişi raporunda tespit edilen ziynetlerin, fotoğrafta görülen ziynetlerle uyumlu olmadığı görülmüştür. Mahkemece, davacı vekilinin rapora itirazları dikkate alınmadan dosya kapsamı ile uygun düşmeyen rapor doğrultusunda karar verilmesi doğru değildir. Hal böyle olunca, mahkemece davacı vekilinin rapora itirazları da dikkate alınarak kuyumcu bir bilirkişiden dosya kapsamına uygun bir rapor alınıp sonucu dairesinde hüküm tesisi gerekirken haklı itiraza uğrayan bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
Davacı vekili, dava dilekçesine ekli listede belirtilen ev eşyalarını talep etmiş, davalı bunların kendisi tarafından alındığını savunmuş, bir kısmını teslime hazır olduklarını belirtmiştir. Dinlenen davacı tanığı davacı kadının evlenirken müşterek haneye götürdüğü çeyiz eşyalarının neler olduğunu belirtmiştir. Mahkemece, dava dilekçesine ekli eşya listesinde belirtilen tüm eşyaların aynen iadesine olmadığı takdirde yıpranma payları da dikkate alınarak bilirkişi tarafından belirlenen bedellerine hükmedilmiştir. Mahkemece, hükmedilen eşyaların tümünün davacı kadına ait olduğuna ilişkin bir delil olmamasına rağmen talep edilen tüm ev eşyalarının davalıdan alınmasına karar verilmesi, ayrıca bilirkişi raporunda eşyaların özellikleri, markası belirtilmeden genel ifadelerle eşyalara değer belirlenmesi doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 3. Hukuk Dairesi 2016/15578 E. , 2017/119 K.)
“Toplanan delillerden dava konusu edilen ziynet eşyalarının tarafların tüp bebek tedavisi için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalı-karşı davacı erkekte; ön inceleme duruşmasında tüm takıları aldığını ve tedavi amacı ile kullandığını kabul etmiştir. Evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu durumda ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere erkeğe verildiğinin ispatlanması halinde erkek almış olduğu ziynet eşyalarını iadeden kurtulur. Somut olayda, ziynet eşyalarının bozdurulduğu anlaşılmış ise de; tekrar iade edilmemek üzere davalı-karşı davacı erkeğe verildiği hususu kanıtlanmamıştır. Bozdurulan ziynet eşyalarının rıza ile ve iade şartı olmaksızın verildiğini davalı erkek ispatlamak zorunda olup, davalı erkek bu durumu ispat edemediğinden dava konusu ziynet eşyalarını davacı kadına iade ile mükelleftir. Gerçekleşen bu durum karşısında davacı-karşı davalı kadının ziynet alacağı davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2017/1769 E., 2018/13037 K.)