BOŞANMA DAVALARINDA SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ ve ZİNA
Sadakat yükümlülüğü, eşlerin birbirlerine tam ve sınırsız bağlanmaları olarak tanımlanmaktadır. Sadakat yükümlülüğünün kanuni dayanağını ise Türk Medeni Kanunu’nun 185/3. Maddesi teşkil etmektedir. Evliliğin genel hükümleri, Haklar ve Yükümlülükler başlığı altında yer alan ilgili madde, ‘Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar’ şeklindedir. Dolayısıyla sadakat yükümlülüğü, evliliğin kurulmasıyla birlikte başlamakta ve evliliğin sona ermesine kadar devam etmektedir. Evlilik süresince eşlerin fiilin ayrı yaşamaları veya ayrılık kararı almış olmaları sadakat yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte sadakat yükümlülüğünün evlilikten itibaren değil, nişanlılık dönemi için de söz konusu olduğu kabul edilmektedir.
Sadakat yükümlülüğüne aykırılıktan bahsedebilmek için muhakkak zina fiilinin gerçekleşmiş olması gerekmemektedir. Zinanın söz konusu olabilmesi için cinsel birlikteliğin olması gerekirken sadakat yükümlülüğü bakımından cinsel nitelik taşımayan yakınlaşmalar ve ilişkiler de aykırılık teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra sır saklama, gizli işler yapma, evlilik birliğine zarar verecek alışkanlıklar da sadakat yükümlülüğüne aykırılık niteliğindedir.
Sadakat yükümlülüğüne aykırılığın zina şeklinde gerçekleşmesi halinde diğer eş için mutlak boşanma sebebi oluşmaktadır. Ayrıca mağdur eş, Kanunun ‘maddî ve manevî tazminat’ başlığını taşıyan 174. Maddesine göre sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşten maddi ve manevi tazminat isteyebilecektir.
Madde 174- “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
Sadakat yükümlülüğünün diğer yaptırımlarına; mal rejimi tasfiyesinde sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin pay oranının azaltılması veya kaldırılması, ölüme bağlı tasarruftan çıkarılabilmesi, yükümlülüğü ihlal eden eş hakkında evlilik birliğinin korunmasına ilişkin hükümler çerçevesinde hakim müdahalesinin talep edilebilmesi gösterilebilir. Sadakat yükümlülüğüne aykırılığın, psikolojik veya cinsel şiddet şeklinde tezahür etmesi halinde, şiddet mağduru 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddeti Önlenmesine Dair Kanun’da yer alan korumalardan da faydalanabilecektir.
Sadakat yükümlülüğü evlilik birliğinin taraflarını oluşturan eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nispi bir haktır. Bu nedenle eşler, sadakat borcuna uygun davranılmasını ancak birbirlerinden bekleyebileceklerdir. Bu nedenle bir eşin aldatılmamaya ilişkin talebini üçüncü kişilere karşı yöneltebileceği bir hak bulunmamaktadır. Bunun bir sonucu olarak sadakat borcuna aykırılık sebebiyle üçüncü kişiden tazminat talep edilebilmesi mümkün değildir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu’nun, üçüncü kişinin sadakat yükümlülüğü bulunmadığına ilişkin içtihadı birleştirme kararından ilgili kısım yazımızın sonunda yer almaktadır.
Zina, Türk Medeni Kanunu’nda 161-163. maddeleri arasında düzenlenmektedir. Kanun zinanın tanımına yer vermemektedir ancak doktrinde zina, “eşlerden birinin evlilik birliği devam ederken karşı cinsten bir kişi ile isteyerek cinsi münasebette bulunması” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım doğrultusunda zinanın varlığından söz edebilmek için zina yapan eşin kusurlu olması, bu davranışı isteyerek gerçekleştirmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kusuru olmaksızın cinsi münasebette bulunan, örneğin tecavüze uğrayan eşin zina yaptığından söz edilemez. Bununla birlikte tanım, karşı cinsten biri ile cinsi münasebeti zina olarak nitelendirmektedir. Bu nedenle eşcinsel ilişki zina olarak kabul edilmemektedir. Ancak eşlerin eşcinsel ilişkileri Kanun’un 163. Maddesinde düzenlenen haysiyetsiz hayat sürme sebebi ile boşanma sebebi olabilecektir.
Zina için evlenmenin geçerli olması şartı aranmamaktadır. Evliliğin butlanına karar verilse dahi, butlan kararına kadarki dönemde eşlerden birinin evlilik dışı cinsi münasebeti zina teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra eşler ayrılık kararı almış ve fiilen ayrı yaşıyor olsalar dahi karşı cinsle cinsi münasebet halinde zina olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla evlilik birliği sona ermediği sürece, ayrı yaşıyor olmak eşlerin birbirine sadakat borcunu ortadan kaldırmamaktadır.
Eşlerden birinin cinsi münasebet olmaksızın karşı cinsle olan yakın ilişkisi zina değildir. Ancak bu davranışlar, zina olduğuna dair karine oluşturmaktadır. Zinanın cinsi münasebet boyutunu ispat etmek kolay olmayacağından buna ilişkin somut olgu ve deliller sunulması, mahkemede zina kanaatinin oluşmasını sağlayacaktır. Bu doğrultuda zina suçu tespit olmasa dahi elde edilen deliller doğrultusunda zina fiilinin gerçekleştiği kanaatine ulaştığında zina sebebiyle boşanmaya karar verebilecektir.
Hukukumuzda zina mutlak bir boşanma sebebi olarak düzenlenmektedir. Bu nedenle zinanın varlığı kabul edildiğinde hakim boşanmaya karar vermek zorundadır. Zinanın yanı sıra evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını araştırmayacaktır.
Zina sebebiyle boşanma davası açma hakkı Kanunda hak düşürücü süreye tabi tutulmuştur. Buna ilişkin iki süre bulunmaktadır. İlgili madde şöyledir:
Madde 161/2: “Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.”
Maddeye göre, eşinin zinasını öğrenen diğer eş, bunu öğrendiği tarihten itibaren altı ay içinde dava açmazsa bu süreden sonra zina sebebiyle boşanma davası açamayacaktır. Bununla birlikte zinayı öğrenen eş, her halde zina olayının üzerinden beş yıl geçmesiyle zina sebebiyle boşanma davası açma imkanını kaybetmektedir. Örnekle açıklayacak olursak zina olayının üzerinden dört yıl geçtikten sonra olayı öğrenen eş, öğrendiği andan itibaren 6 ay içinde zina sebebiyle boşanma davaı açabilir ancak olayın üzerinden beş yıl geçmesi için 6 aydan daha kısa bir süre örneğin üç ay kalmışsa, bu kalan süre içinde dava açılması gerekmektedir. Bu süreler hak düşürücü süre olduğu için hakim tarafından re’sen dikkate alınır.
Zina fiili devam ediyorsa her zinadan itibaren süre tekrar başlamaktadır. Sürenin geçmesiyle zina sebebine dayanarak dava açma hakkı düşer ancak zina olayı evlilik içinde huzursuzluğa sebep oluyorsa evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle dava açma hakkı devam etmektedir.
Madde 161/3’te affeden eşin dava açma hakkı olmadığı hükmüne yer verilmiştir. Affın varlığından bahsedilebilmesi için zina fiilinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bununla birlikte diğer eşin, zina fiilinden önce rıza göstermesinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışmalıdır. Doktrinde bir görüşe göre bu rıza, af olarak nitelendirilmelidir. Ancak Yargıtay’ın da katıldığı bir diğer görüşe göre zinaya rıza göstermek ahlaka aykırı olacağından bunun af olarak nitelendirilmemesi gerekmektedir. Dolayısıyla rıza göstermiş olan eş de zina sebebiyle dava açabilecektir. Ancak rıza gösteren eş bununla sınırlı kalmayıp zinaya teşvik de ediyorsa bu durumda zina sebebiyle dava açmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Af açık bir şekilde olabileceği gibi örtülü de olabilir. Ancak diğer eşin af iradesinin olduğu açıkça anlaşılmalıdır. Aynı evde yaşamaya devam etmek tek başına af iradesinin açık ve net olduğunu söylemek bakımından yeterli değildir.
Konuya İlişkin Örnek Yargıtay Kararları
“…evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir.
Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır.
Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği şüphesizdir.
Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda “evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” yönünde 06.07.2018 günü üçüncü görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir.”(Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı 2017/5 E. 2018/7 K.)
“İlk derecemahkemesi ile bölge adliye mahkemesi kararlarında, dosya kapsamındaki delillerden, davalı-davacıkadının başka bir erkek ile cinsel olarak yakınlaştığı ancak cinsel birleşmenin ispatlanamadığındanbahisle, erkeğin zina hukuki nedenine dayalı davasının reddine karar verilmiştir. Zinanın varlığı erkektarafından dosyaya sunulan fotoğraflar, davalı-davacı kadının telefon kayıtları ve tanık beyanları ve tümdosya kapsamı ile sübut bulmuştur. Öyleyse, erkeğin zinaya dayalı boşanma davasının kabulü gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bozulmasını gerektirmiştir.”(Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/3327 E. 2021/4767 K.)
“Davacı-davalı erkek tarafından zina nedenine dayalı, davalı-davacı kadın tarafından evlilik birliğininsarsılması nedenine dayalı olarak karşılıklı boşanma davaları ikame edilmiş; ilk derece mahkemesinceboşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu kabul edilerek, her ikitarafın da boşanma davasının kabulü ve ferilerine ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece mahkemesinin bukararı; taraflarca tümüyle istinaf edilmiştir. İstinaf istemi üzerine inceleme yapan bölge adliyemahkemesi; zina eyleminin ispatlanamadığı, kadının eyleminin güven sarsıcı davranış boyutundaolduğu, bu nedenle erkeğin davasının reddine, kadının boşanma davasında ise kadının güven sarsıcıdavranışları karşısında erkeğin de eşini aşağıladığı, hakaret ettiği, eşinden habersiz evi kiraya veripkadının eve gelmesine engel olduğu, alkol kullanıp agresif tavırlar sergilediği belirtilerek, yenidenelirlenen kusur durumuna göre, erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle kadının boşanma davasınınkabulü ve ferilerine ilişkin hüküm kurmuştur. Bölge adliye mahkemesince erkeğe yüklenen hakareteylemine ilişkin tanık beyanları soyut olup bu eylem erkeğe kusur olarak yüklenemez. Bölge adliyemahkemesince kabul edilen ve gerçekleşen diğer olaylara göre; evlilik birliğinin temelindensarsılmasında tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü gerekir. Hal böyle iken hatalı kusur belirlemesisonucu davacı-davalı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış, hükmün bu nedenlebozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/681 E. 2021/2815 K.)