Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NE BİREYSEL BAŞVURU

Türkiye, 1953 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne 1954 yılında taraf olmuş; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını 1987’de, zorunlu yargılama yetkisini ise 1990 yılında kabul etmiştir. Anayasamızın 90. Maddesine göre “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. Bu madde ile, taraf olunan ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar iç hukukumuzda kanunlardan üstün tutulmuştur.

AİHS’nin 34. Maddesine göre Sözleşme veya protokollerinde tanınan haklarının sözleşmeye taraf ülkelerden biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir. Sözleşmeye taraf devletler, bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler. Başvurucunun, hakkının ihlal edildiği iddiasıyla aleyhine başvuruda bulunduğu ülkenin vatandaşı olması gerekmemektedir ancak bir devlet aleyhine AİHM’ne bireysel başvuruda bulunulabilmesi için söz konusu devletin sözleşmeye taraf olması ve bunun için devletin öncelikle Avrupa Konseyi’ne üye olması gerekmektedir.

AİHM’ne bireysel başvurunun koşulları, Sözleşme’nin 35. Maddesinde yer almaktadır. İlgili madde şöyledir:

  1. Mahkeme’ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren dört aylık bir süre içinde başvurulabilir.

İç hukuk yollarının tüketilmesi, başvurucunun öncelikle ilk derece mahkemelerinde dava açması, mahkemenin kararına karşı olağan kanun yollarına (istinaf ve temyiz) başvurması ve buradan da sonuç alamaması halinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasını gerektirmektedir. Başvurucunun, iç hukukta başvurabileceği başka bir hukuki yol kalmaması halinde AİHM’ne başvurması mümkündür.

  1. Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan bireysel başvuruları aşağıda sayılı hallerde ele almaz:
  2. a) Başvuru isimsiz ise; veya
  3. b) Başvuru, Mahkemece daha önce incelenmiş ya da uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine daha önceden sunulmuş bir başka başvuruyla esasen aynı olup yeni olgular içermiyorsa.
  4. Aşağıdaki hallerde Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan bireysel başvuruları kabul edilemez bulur:
  5. a) Başvurunun konu bakımından Sözleşme veya Protokollerinin hükümleriyle bağdaşmaması, dayanaktan açıkça yoksun veya bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olması, veya;
  6. b) Başvurucunun önemli bir zarar görmemiş olması; meğer ki Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesi başvurunun esastan incelenmesini gerektirsin. Ancak ulusal bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmemiş hiçbir dava bu gerekçe ile reddedilemez.
  7. Mahkeme bu maddeye göre kabul edilemez bulduğu tüm başvuruları reddeder. Mahkeme, yargılamanın her aşamasında bu yönde karar verilebilir.

Bu koşulların sağlanması halinde Bireysel Başvuru Formu, eksiksiz bir şekilde doldurularak ve gerekli belgeler eklenerek Mahkeme’ye gönderilir. (Mahkemenin adresi: European Court of Human Rights, Council of Europe, 67075 Strasbourg Cedex-France)Başvuru süresi altı ay iken, 01.02.2022 tarihinden itibaren dört aya indirilmiştir. Mahkeme’nin yargılama dili İngilizce veya Fransızca’dır ancak başvuru, Avrupa Konseyi’ne üye herhangi bir ülkenin diliyle yapılabilecektir. Dolayısıyla Türkçe yazılmış bir başvuru mektubu ile AİHM’ne başvurmak mümkündür.

Yapılan başvuru sonrası Mahkeme, öncelikle kabul edilebilirlik koşullarının olup olmadığına dair inceleme yapmaktadır. İç hukuk yollarının tüketilmesi, dört aylık süreye uyulması, başvurucunun kimliğinin belli olması, başvurunun daha önce yapılmış bir başvuru ile aynı olmaması, başvurunun uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine yapılmış bir başvuru ile aynı olmaması, başvuru hakkının kötüye kullanılmamış olması, açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve başvurucunun önemli bir zarara uğramış olması halinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilir. Kabul edilebilirlik kararından sonra esas bakımından incelemeye geçilir.

Esas bakımından inceleme aşamasında Mahkeme, başvuru konusu olayların incelenmesinin yanı sıra tarafları dostane çözüme yöneltir. Dostane çözüm olması halinde başvuru kayıttan düşülür ancak dostane çözüm sağlanamaması durumunda esas bakımından inceleme devam eder.

Mahkeme gerek gördüğü takdirde duruşma yapabilir. Esas hakkında inceleme sona erdikten sonra mahkemenin hükmü; ‘ihlal hükmü’ veya ‘ihlalin olmadığı hükmü’ şeklinde olabilir. Mahkeme, aleyhine başvuruda bulunulan devletin Sözleşmeyi ihlal ettiği sonucuna varırsa ihlal hükmü verir. İhlal hükmü, söz konusu devletin Sözleşmeyi veya ekleri Protokollerinde tanınan hakkı ihlal ettiğine ilişkin bir tespit niteliğindedir. Bununla birlikte Mahkeme, Sözleşmenin 41. Maddesine göre ‘hakkaniyete uygun bir surette zarar gören tarafın tatminine hükmeder’. Mahkemenin bu kararı, söz konusu devletin ihlale yol aça eylem veya işlemini doğrudan doğruya ortadan kaldırmamaktadır. İlgili devlet, Mahkeme tarafından tazminat ödemeye mahkum edilir.

Mahkemenin kararı kesin olmayıp, taraflardan her biri Mahkemenin esas hakkında verdiği hükme karşı üç ay içinde davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini talep edebilir. Bu talebin olmaması halinde Mahkeme kararı kesinleşir. Büyük Daire’nin vermiş olduğu karar da kesindir.

Sözleşmenin 46. Maddesine göre Mahkemenin hükümleri bağlayıcıdır ve devletler buna uyma yükümlülüğü altındadır. İlgili devlet tazminat ödemenin yanı sıra hükmün uygulanması için gerekli tedbirleri almakla da mükelleftir. Bu tedbirler bireysel veya genel nitelikte olabilir.

Söz konusu devlet tarafından hükmün yerine getirilip getirilmediği ve gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından denetlenmektedir.

AİHS ve ek protokolleriyle güvence altına alınan haklar aşağıdaki gibidir:

Sözleşme’de4 Numaralı Protokol’de
m.2: Yaşam hakkım.1:Borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılma yasağı
m.3: İşkence yasağım.2: Serbest dolaşım ve ikamet hürriyeti
m.4: Kölelik ve zorla çalıştırma yasağım.3: Vatandaşların sınır dışı edilmeleri yasağı
m.5: Özgürlük ve güvenlik hakkım.4: Yabancıların topluca sınır dışı edilme yasağı
m.6: Adil yargılanma hakkı6 Numaralı Protokol’de
m.7: Cezaların yasalığım.1:Ölüm cezalarının barış zamanında cezasının kaldırılması
m.8: Özel hayatın gizliliği ve aile hayatının korunması7 Numaralı Protokol’de
m.9: Düşünce, vicdan ve din hürriyetim.1:Yabancıların sınır dışı edilmelerine ilişkin usuli güvenceler
m.10: İfade özgürlüğüm.2: Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı
m.11: Dernek kurma ve toplantı hürriyetim.3: Adli hata halinde tazminat hakkı
m.12: Evlenme hakkım.4: Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı
m.13: Etkili başvuru hakkım.5: Eşler arasında eşitlik
m.14: Ayrımcılık yasağı12 Nolu Protokol’de
1 Numaralı Protokol’dem.1: Ayrımcılığın genel olarak yasaklanması
m.1: Mülkiyet hakkı13 Nolu Protokol’de
m.2: Eğitim hakkım.1:Ölüm cezasının her durumda yasaklanması
m.3: Serbest seçim hakkı

 

Örnek Kararlar

“Başvuranlar, idarenin taşınmazlarını yasa dışı olarak işgal ettiğini ileri sürmektedirler. Başvuranlar, bu işgalin kendilerini zarara uğrattığı ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında mülkiyete saygı haklarının ihlali olarak değerlendirilebileceği kanaatindedirler.

Hükümet, bu iddiaya karşı çıkmaktadır. Hükümet, birçok kabul edilemezlik itirazı ileri sürmektedir ve başvuranlar, bu itirazların uygunluğuna itiraz etmektedirler.

Hükümet öncelikle, başvuranlar Fatma Genç ve Nurcan Kolsuz’un mağdur sıfatına haiz olmadıklarını ileri sürmektedir. Hükümet, Mahkemeyi, başvuranların bireysel başvuru hakkını kötüye kullandıkları gerekçesiyle, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermeye davet etmektedir. Hükümet bu bağlamda, ilgililerin ihtilaf konusu arazinin ortak malikleri olmadıklarını ileri sürmektedir.

Hükümet ayrıca başvuranların iç hukuk yollarını tüketmediklerini de ileri sürmektedir. Hükümet, başvuranların ulusal mahkemeler önünde uğradıklarını iddia ettikleri zararlarını ispat edemedikleri ve dolayısıyla başvuranların şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.

Mahkeme, Hükümet tarafından ileri sürülen kabul edilemezlik itirazlarının tamamı hakkında karar vermesinin gerekli olmadığı kanaatine varmaktadır, zira şikâyetlerin aşağıda açıklanan gerekçelerle kabul edilemez olduğunu belirtmektedir.

Mahkeme öncelikle, başvuranlar Fatma Genç ve Nurcan Kolsuz ile ilgili olarak, ilgililerin ihtilaf konusu taşınmaza ilişkin hisselerini üçüncü kişilere sattıklarını gözlemlemektedir (yukarıdaki 4. paragraf), bu sebeple Sözleşme’nin 34. maddesi anlamında Sözleşme’nin ihlalinden dolayı mağdur olduklarını artık iddia edemeyeceklerini tespit etmektedir. Dolayısıyla başvuranların şikâyetleri, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi anlamında, Sözleşme hükümleriyle kişi bakımından (“ratione personae”) bağdaşmamaktadır ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 4. fıkrası uyarınca reddedilmelidir.

Mahkeme, diğer başvuranlarla ilgili olarak, ilgililerin taşınmazlarına idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığını ve bu bağlamda kendilerine tazminat ödenmediğini iddia etmekle yetindiklerini kaydetmektedir. Hâlbuki Mahkeme, ulusal makamlar gibi, davanın koşullarının, söz konusu taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığı sonucuna varılmasına imkân vermediğini tespit etmektedir. Nitekim ileri sürülen durum, söz konusu arazinin Bağlar Belediyesi tarafından yol yapımı ve imar çalışmaları yapıldığı dönemde işgal edilmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla, çalışmalar süresince kendilerine ödenmiş olması gereken kira ücretlerine ilişkin olarak, ulusal mahkemeler önünde ecrimisil davası açmak başvuranlara düşmektedir. Bu başvuru yolu, yeterli ve etkin bir hukuk yoludur ve başvuranların iddia ettikleri ihlalin telafisini sağlayabilir (Yargıtay Genel Kurul, E. 1945/22, K. 1950/4, 8 Mart 1950). Yine Mahkeme, iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin genel ilkelere atıfta bulunarak (Chiragov ve diğerleri/Ermenistan[BD], no. 13216/05, § 116, AİHM 2015), başvuranların 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında şikâyetçi oldukları durumu telafi edebilecek ve makul başarı olanakları teşkil eden bir başvuru yoluna sahip oldukları kanaatindedir.

Dolayısıyla Mahkeme, Hükümet tarafından ileri sürülen iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazı kabul etmektedir.

Ayrıca Mahkeme, başvuranların ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen çözümü eleştirdiklerini kaydetmektedir. Hâlbuki Mahkeme, iç hukuku yorumlamanın ve uygulamanın, öncelikle ulusal makamların ve özellikle ulusal mahkemelerin görevi olduğunu hatırlatmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], no. 48321/99, § 105, AİHM 2003‑X ve Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], no. 46720/99 ve diğer 2 başvuru, § 86, AİHM 2005‑VI). Mahkeme, özellikle dosyada yer alan hiçbir unsurun, ulusal makamların söz konusu yasal hükümleri açıkça yanlış veya keyfi sonuçlar doğuran bir uygulama yaptıkları sonucuna varmaya imkân vermemesi durumunda, iç hukuka riayet edilip edilmediği konusunda kısıtlı bir yetkiye sahiptir (Beyeler/İtalya [BD], no. 33202/96, § 108, AİHM 2000-I).

Mahkeme, mevcut davanın özel koşullarında, ulusal makamların vardığı sonucun, hukuki dayanaktan tamamen yoksun veya olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte olan iç hukukun uygulanabilir hükümlerine aykırı olduğunu düşündürecek nitelikte hiçbir unsurun bulunmadığı kanaatindedir.

Bu bağlamda Mahkeme özellikle, başvuranlara ait olan taşınmazın %33,09’unun arazi düzenleme ortaklık payı olarak alındığını gözlemlemektedir. Ulusal mahkemeler, yasal olarak belirlenen asgari oranın aşılmadığını tespit etmişlerdir (yukarıdaki 8. paragraf). Diğer taraftan, dosyada bulunan hiçbir unsur, 3194 sayılı Kanun’un 18. maddesi hükümlerinin uygulanmasından Belediye’nin bir menfaat elde ettiğini göstermemektedir (bk. aksi yönde bir karar için Karaman/Türkiye, no. 6489/03, § 32, 15 Ocak 2008). Sonuç olarak, başvuru açıkça dayanaktan yoksun olup, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3 ve 4. fıkraları uyarınca reddedilmelidir. Bu gerekçelerle, Mahkeme, oy birliğiyle, Başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.” (Başvuru No: 62917/12, 07.02.2022 T.Fatma GENÇ ve diğerleri)

“Mahkeme, Sözleşme’nin 8. maddesinin temel amacının bireyi kamusal makamların keyfi eylemlerine karşı korumak olmakla birlikte, buna ek olarak özel ve aile yaşamına etkili “saygı” kavramına içkin olan pozitif yükümlülüklerin de bulunabileceğini ve bu yükümlülüklerin bireylerin kendi aralarındaki ilişkiler alanında da tedbir alınmasını gerektirebileceğini hatırlatır. Bilhassa çocuklar ve diğer savunmasız bireyler etkili bir şekilde korunma hakkına sahiptirler (bk. X ve Y – Hollanda, 26 Mart 1985, §23-24 ve 27, Seri A no. 91, ve August – Birleşik Krallık (k.k.), no. 36505/02, 21 Ocak 2003).

Özel yaşama saygı konusunda Mahkeme, daha önce çeşitli bağlamlarda özel yaşam kavramının kişinin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü de içerdiğine karar vermiştir. Sözleşme’nin 8. maddesine göre devletlerin, bir bireyin fiziksel ve ahlaki bütünlüğünü diğer kişilere karşı koruma görevi de vardır. Bu nedenle devletlerin, bireyler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemlerine karşı koruma sağlayan yeterli bir hukuki mevzuata sahip olmaları ve bu mevzuatı pratikte uygulamaları gerekir (bk. X ve Y – Hollanda, yukarıda geçen, §22 ve 23; Costello-Roberts – Birleşik Krallık, 25 Mart 1993, §36, Seri A no. 247-C; D.P. ve J.C. – Birleşik Krallık, no. 38719/97, §118, 10 Ekim 2002; ve M.C. – Bulgaristan, no. 39272/98, §150 ve 152, ECHR 2003-XII, en yakın tarihli Mahkeme’nin A. – Hırvatistan kararı, no. 55164/08, §60, 14 Ekim 2010 (henüz kesinleşmedi)). Mahkeme bu bağlamda, aile içi şiddet mağdurlarının kendilerine özgü savunmasızlığının ve devletin bu kişilerin korunmaları için aktif biçimde müdahale etmesi gereğinin çok sayıda uluslararası belgede vurgulandığını kaydeder (bk. Opuz kararına atıf için yukarıda 27. paragraf ve Bevacqua kararı, yukarıda geçen, §64-65; ve Sandra Janković – Hırvatistan, no. 38478/05, §44-45, ECHR 2009-… (alıntılar)).

Mahkeme kendi görevinin, ulusal makamların yerine geçip bireyleri kişi bütünlüklerine yönelik saldırılardan korumanın en uygun yöntemlerini belirlemek olmadığını, daha ziyade bu makamların takdir yetkilerini kullanırken verdikleri kararları Sözleşme bakımından denetlemek olduğunu hatırlatır. Bu nedenle Mahkeme, başvurucunun davasını ele alırken, Slovakya’nın Sözleşme’nin 8. maddesindeki pozitif yükümlülüğünü ihlal edip etmediğini inceleyecektir (bk. Sandra Janković, yukarıda geçen, §46).

Mevcut olayda Mahkeme, A.’nın başvurucuya yönelik şiddet içeren davranışlarının bir sonucu olarak 7 Ocak 2002 tarihinde Bölge Mahkemesi tarafından mahkum edildiğini kaydeder. Ayrıca Mahkeme, A.’nın hapis cezasına mahkum edilmemesinin nedeninin de, ulusal mahkemenin A.’da ciddi bir kişilik bozukluğu bulunduğu sonucuna varan ve bir psikiyatri kliniğinde yatılı olarak tedavi edilmesini tavsiye eden uzman raporlarına dayanması olduğunu gözlemlemektedir. Ayrıca Mahkeme, Bölge Mahkemesinin 7 Ocak 2002 tarihinde A.’nın mahkumiyetine karar verirken, psikiyatrik tedavi altına girmesi için bir hastaneye gönderilmesi gerektiğine karar verdiğini de vurgular. Başvurucunun da belirttiği gibi A., Bölge Mahkemesinin hastaneye A.’yı tutma ve söz konusu tedaviyi sağlama talimatı verme konusundaki yasal yükümlülüğünü (yukarıda 20. paragrafta gösterilen Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 351(1) fıkrası) yerine getirmemiş olması nedeniyle, kısa bir süre sonra hastaneden taburcu edilmiştir. Bölge Mahkemesinin ihmalinin bir sonucu olarak, başvurucu ve avukatı A.’nın yeni tehditlerine maruz kalmışlar ve bu da kendisine karşı suç şikayetlerinin yenilenmesine yol açmıştır.

Mahkeme mevcut başvurunun, daha önce atıfta bulunduğu ölümle sonuçlanan aile içi şiddete ilişkin davalardan farklı olduğunu gözlemlemektedir (bk. özellikle Kontrova –Slovakya, no. 7510/04, ECHR 2007-VI (alıntılar) ve Sözleşme’nin 2., 13. maddeleri ve 2. ve 3. maddelerle bağlantılı olarak 14. maddesinin ihlal edildiğine karar verilen yukarıda geçen Opuz kararı). Başvurucunun Sözleşme’nin 8. maddesi bakımından yaptığı şikayetin temelini teşkil eden A.’nın hastaneden taburcu edilmesinin ardından tekrarlanan tehditlerinin, somut fiziksel şiddet eylemlerine dönüşmedikleri açıktır (krş. devletin 8. maddedeki pozitif yükümlülüklerinin ihlal edildiğinin tespit edildiği Bevacqua davası). Ne var ki Mahkeme, A.’nın başvurucuya yönelik fiziksel taciz ve tehditkar davranışlarına ilişkin geçmişi göz önünde bulundurulduğuna, kendisinin herhangi bir tehdidinin, başvurucuda bunların gerçekleştirilebileceğine dair esaslı bir korku yaratabileceği görüşündedir. Mahkeme’ye göre bu durum, devletin Sözleşme’nin 8. maddesindeki pozitif yükümlülüklerine uygun davranıp davranmadığını değerlendirmeyi gerektirecek kadar, başvurucunun psikolojik bütünlüğünü ve esenliğini etkileyebilir.

Mahkeme, A.’nın yakalandığı ve kendisine bir suç isnat edildiği 21 Ocak 2002 tarihinde olaya polisin müdahale etmiş olmasından memnuniyet duymaktadır. Bununla birlikte Mahkeme, ulusal makamların A.’nın psikiyatrik tedavi için gerektiği biçimde tutulmasını sağlamamış ve hareketsiz kalmış olmalarının, A.’nın başvurucuyu ve avukatını tehdit etmeye devam etmesine imkan verdiğini göz ardı edemez. Üstelik, polisin duruma müdahale etmesi, ancak başvurucu ve avukatının A. aleyhinde yeni suç duyurularında bulunmalarından sonra olmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, ulusal makamların “gerçek ve acil bir riskin varlığını bildikleri ya da bilmelerinin gerektiği” durumlarda, makul önleyici tedbirler almakla yükümlü olduklarını hatırlatır (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, Osman – Birleşik Krallık, 28 Ekim 1998, §116, Reports 1998-VIII). Mahkeme, başvurucuya uyguladığı şiddet nedeniyle A. aleyhinde 7 Ocak 2002 tarihinde mahkumiyet kararı verilmiş olmasının, A’nın suç geçmişinin ve Bölge Mahkemesi’nin A.’nın psikiyatrik tedavi görmesi gerektiğine ilişkin değerlendirmesinin, olayın koşulları içinde ulusal makamların, başvurucuya karşı gelecekte meydana gelebilecek şiddet ve tehditlerin farkına varmaları için yeterli olduğunu tespit etmektedir. Ayrıca Mahkeme’nin bir çok kez üzerinde durduğu gibi, aile içi şiddet mağdurlarının kendilerine özgü savunmasız oluşları nedeniyle (bk. diğerlerinin yanı sıra Opuz kararı, yukarıda geçen, §132), mevcut olayda ulusal makamların çok daha ihtiyatla hareket etmeleri gerekirdi.

Mahkeme, başvurucunun Sözleşme’nin 8. maddesine ilişkin şikayetinin açıkça temelsiz olmadığına ilişkin Hükümet’in kabulünü kaydeder. Hükümet, bundan ziyade başvurunun iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu gerekçesiyle kabul edilebilir olmadığını ileri sürmek istemiş, ama bu itiraz Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Hükümet, beyanlarında, 7 Ocak 2002 tarihli mahkumiyet kararının ardından, A.’nın psikiyatrik tedavi için tutulmadığını kabul etmiştir. Hükümet ayrıca, Bölge Mahkemesinin 15 Ocak 2002 tarihli bir yazıyla A.’nın 14 Ocakta hastaneden taburcu edildiği hususunda bilgilendirilmiş olmasına rağmen, ancak başvurucunun yeni suç şikayetinde bulunmasından sonra, 22 Ocak 2002 tarihinde tedavi amacıyla tutulması için talimat verdiğini de kabul etmiştir.

Yukarıda anlatılanlar ışığında Mahkeme, A.’nın davranışlarına karşılık yetkililerin yeterli tedbir almamalarının, bilhassa Bölge Mahkemesinin 7 Ocak 2002 tarihindeki mahkumiyet kararının ardından kanuni yükümlülüğü yerine getirmemelerinin, başvurucunun özel yaşamına saygının güvence altına alınması bakımından Sözleşme’nin 8. maddesindeki devletin pozitif yükümlülüklerinin ihlalini oluşturduğunu tespit eder.

Başvurucu ayrıca Bölge Mahkemesi’nin A.’nın psikiyatrik tedavi amacıyla tutulmasına hükmetme konusundaki yasal yükümlülüğüne uymamasının, Sözleşme’nin 5. maddesindeki haklarını da ihlal ettiğinden şikayetçi olmuştur.

Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesindeki kişisel özgürlüğü kavramını, “klasik anlamıyla, yani bir kimsenin fiziksel özgürlüğü anlamında” kullandığını hatırlatır (bk. diğerlerinin yanı sıra Engel ve Diğerleri – Hollanda, 8 Haziran 1976, §58, Seri A no. 22).

“Kişi güvenliği” kavramı da fiziksel güvenlikten ziyade fiziksel özgürlük bağlamında anlaşılmalıdır (bk. East African Asians – Birleşik Krallık, no. 4626/70 vd., 14 Aralık 1973tarihli Komisyon raporu, Decisions and Reports 78, s.67, § 220; ve Zilli ve Bonardo – İtalya (k.k.), no. 40143/98, 18 Nisan 2002). “Güvenlik” kelimesinin varlığı, sadece tutmanın keyfi olmaması gereğini vurgulamaya hizmet etmektedir (bk. Bozano – Fransa, 18 Aralık 1986, §54 ve 60, Seri A no. 111).

Mahkeme, mevcut olayda başvurucunun şikayetinin, esas itibarıyla yetkililerin A.’nın tutulmasını emretmeyerek, kendisinin “kişi güvenliğini” korumamış olmalarına ilişkin olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinde böyle bir hakkın bulunmadığı ve güvenlik kavramının kişisel güvenlikten ziyade fiziksel özgürlük bağlamında anlaşılması gerektiğini tespit ve eden yukarıda belirtilen ilgili içtihadına dikkat çeker.

Dolayısıyla başvurucunun Sözleşme’nin 5. madde şikayeti, 35(3). fıkrasındaki anlamıyla, Sözleşme’nin hükümleriyle konu bakımından bağdaşmaz olup, Sözleşme’nin 35(4). fıkrası gereğince reddedilmelidir.

Sözleşme’nin 41. maddesi şöyledir:

“Mahkeme, Sözleşme’nin veya Protollerin ihlal edildiğini tespit ederse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen giderme imkanı veriyorsa, Mahkeme gerekirse zarara uğrayan tarafa adil bir karşılık verilmesine hükmeder.”

BU GEREKÇELERLE MAHKEME OYBİRLİĞİYLE,

  1. Sözleşme’nin 8. maddesine ilişkin şikayetin kabul edilebilir olduğuna ve başvurunun geri kalan kısmının kabul edilebilir olmadığına;
  2. Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiğine;
  3. (a) davalı devletin başvurucuya, bu kararın Sözleşme’nin 44(2) maddesine göre kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde şu miktarları ödemesine:

(i) ödenmesi istenebilecek her türlü vergiyle birlikte manevi tazminat olarak, toplam 4,000 EUR (dört bin Euro) ödenmesine;

(ii) ödenmesi istenebilecek her türlü vergiyle birlikte ücretler ve masraflar için toplam 1,000 EUR (bin Euro) ödenmesine;

(b) yukarıda belirtilen üç ayın sona ermesinden ödeme tarihine kadar, gecikme süresince Avrupa Merkez Bankası’nın en düşük faiz oranlarına eşit oranına yüzde üç eklenecek basit faiz oranının yukarıdaki miktarlara uygulanmasına;

  1. Başvurucunun adil karşılığa ilişkin diğer taleplerinin reddine KARAR VERMİŞTİR. (Başvuru No. 2660/03 20.05.2010 T. HAJDUOVÁ – SLOVAKYA Başvurusu)
  • +90 216 807 00 09
  • info@icpartners.com.tr
  • Atatürk Mah. Ertuğrul Gazi Sk. Metropol İstanbul A Blok Apt. No:2E Kat 21 Daire 331 Ataşehir/İSTANBUL
  • Abdurrahmangazi Mahallesi, Alparslan Caddesi, Sinpaş Metrolife Sitesi F Blok Kat: 6 Daire: 73 Sancaktepe / İSTANBUL

Sosyal Medya