ANAYASA MAHKEMESİ’NE BİREYSEL BAŞVURU
2010 yılı anayasa değişikliğiyle birlikte Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu imkanı tanınmıştır. 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren ülkemizde, temel hak ve hürriyetlerin ihlali sebebiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmak mümkündür. Ancak bunun bazı koşulları bulunmaktadır. Bireysel başvuruya ilişkin düzenleme, Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun dördüncü bölümünde, ‘Bireysel Başvuru’ başlığı altında yer almaktadır. Bireysel başvuru hakkına ilişkin madde ve başvuru hakkına sahip olanları düzenleyen madde şöyledir:
MADDE 45:“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
(3) Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.
MADDE 46: “(1) Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
(2) Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.
(3) Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz.”
Bu maddeler doğrultusunda bireysel başvurunun koşulları şöyledir:
1.T.C. Anayasası’nda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nde güvence altına alınmış bir temel hak ve hürriyetin ihlali söz konusu olmalıdır. Dolayısıyla söz konusu hakkın yalnızca anayasada güvence altına alınmış olması yeterli değildir, AİHS’de de yer alması gerekmektedir. Bu haklara; ‘yaşam hakkı’, ‘adil yargılanma hakkı’, ‘özel hayatın gizliliği hakkı’, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı’, ‘örgütlenme ve toplanma hakkı’, ‘mülkiyet hakkı’, ‘eğitim ve öğrenim hakkı’, ‘eşitlik ilkesi’ ve ‘ayrımcılık yasağı’ örnek gösterilebilir.
2.İhlal, bir kamu gücü tarafından gerçekleştirilmiş olmalıdır. Dolayısıyla ihlalin, devletin yasama, yürütme veya yargı organları tarafından gerçekleştirilmiş olması mümkündür. Ancak yasama işlemleri ve düzenleyici işlemlere karşı doğrudan bireysel başvuru yapılamaz.
3.Olağan kanun yolları tüketilmiş olmalıdır. Dolayısıyla, bir hakkın ihlali sebebiyle ilk derece mahkemesinde dava açmaksızın ve mahkemenin verdiği karara karşı kanun yollarına (istinaf, temyiz) başvurmaksızın Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapma imkanı bulunmamaktadır.
4.Bireysel başvuru hakkı sahibinin güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan doğruya etkilenmiş olmalıdır.
5.Başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde bireysel başvurunun yapılması gerekmektedir.
Gerçek kişiler bireysel başvuru yapabileceği gibi, tüzel kişilerin de bireysel başvuru yapmaları mümkündür. Ancak kamu hukuku tüzel kişilerinin bireysel başvuru hakkı bulunmamaktadır.
Bireysel başvurular doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikleri aracılığıyla yapılabilir. Bireysel başvuru, harca tabidir. 2022 yılı için harç miktarı 664,10 TL’dir. Başvuru formuna harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi gerekmektedir. Başvuru formu, anayasa.gov.tr adresinden temin edilebilmektedir. Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
- a) Başvurucunun T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum tarihi, cinsiyeti, uyruğu, mesleği ve adresi, varsa telefon numaraları ve elektronik posta adresi.
- b) Başvurucunun tüzel kişi olması hâlinde; Merkezi Sicil Kayıt Sistemi (MERSİS) numarası, unvanı, adresi ve tüzel kişiliği temsile yetkili kişinin adı, soyadı ve T.C. kimlik numarası, MERSİS numarasının bulunmaması hâlinde tüzel kişinin vergi numarası veya kayıtlı olduğu sicil ve numarası ile varsa telefon numaraları ve kayıtlı elektronik posta adresi.
- c) Başvurunun;
1) Avukat vasıtasıyla yapılması hâlinde; avukatın adı, soyadı, kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası, yazışma adresi, varsa telefon numaraları ve elektronik posta adresi.
2) Avukat olmayan kanuni temsilci vasıtasıyla yapılması hâlinde; kanuni temsilcinin T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum tarihi, uyruğu, yazışma adresi, varsa telefon numaraları ve elektronik posta adresi.
ç) Kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti.
- d) Bireysel başvuru kapsamındaki güncel ve kişisel haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
- e) İhlal edildiği iddia edilen temel haklar ve bunlara ilişkin açıklamaların birbirleriyle ilişkilendirilerek ayrı ayrı yapılması.
- f) Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların tarih sırasına göre yazılması.
- g) Başvuru yollarının tüketildiği veya başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih.
ğ) Başvuru mazeret nedeniyle süresi içinde yapılamamışsa buna dair açıklamalar.
- h) Başvurucunun talepleri.
ı) Başvurucunun Mahkeme önünde devam eden bir başka başvurusu varsa numarası.
- i) Varsa kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebi ve bunun gerekçeleri.
- j) Kısa mesaj (SMS) veya elektronik posta yoluyla bilgilendirme yapılmasını isteyip istemediği.
- k) Başvurucunun veya avukatının ya da kanuni temsilcisinin imzası.
- l) Maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik tedbir talebi varsa bunun gerekçeleri.
Başvurucunun adli yardım talep etmesi halinde, yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeler ile mevzuatta adli yardım talebinde bulunabilmek için öngörülen diğer belgeleri başvuru formuna eklemesi gerekmektedir. Adli yardım talebinin kabul edilebilmesi için başvurucunun kendisinin ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olması ve aynı zamanda adli yardım talebinin açıkça dayanaksız olmaması gerekmektedir.
Bireysel başvuru yapılması, kesinleşen kamu gücü işleminin icrası ya da infazını engelleyici bir etki doğurmadığı gibi kamu gücü işleminin icra/infaz edilebilirliği bireysel başvuru incelemesi süresince de devam eder. Bu hususun istisnası, yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun saptanması durumunda Anayasa Mahkemesi tarafından bir tedbir kararı verilmesi hâlidir.
Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Ancak haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.
Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği bildirilir.
Başvuru sorasında Anayasa Mahkemesi öncelikle kabul edilebilirlik incelemesi yapar. Başvuru koşullarının sağlanmış olması halinde başvurunun esasının incelenmesine geçilir.
Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için belirtilen şartların taşınması gerekir. Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. Dolayısıyla bireysel başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin olumlu sonuçlanabilmesi için başvurunun önemli olması, başvurucunun önemli bir zarara uğraması ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması gerekmektedir. Bu şartları taşımayan bir başvuru hakkında ‘kabul edilemezlik kararı’ verilerek esas incelemeye geçilmeyecektir. Anayasa Mahkemesi şu dört nedenden birinin varlığını saptadığı takdirde başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmaktadır:
- İhlal iddialarının temellendirilememesi (temellendirilememiş şikâyet)
- İddiaların salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olması (kanun yolu şikâyeti)
- Başvurunun karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret olması (karmaşık veya zorlama şikâyet)
- Temel haklara yönelik bir müdahalenin olmaması veya müdahalenin meşru olduğunun açık olması (bir ihlalin olmadığının açık olduğu şikâyet)
Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oy birliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir. Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir.
Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.
Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir. Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir.
Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar.
Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. Davadan feragat halinde düşme kararı verilir.
İstismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarda bulunulması hâlinde başvurucunun bireysel başvuru hakkını kötüye kullandığı kabul edilir. Bireysel başvuru hakkının açıkça kötüye kullanıldığının tespit edilmesi hâlinde incelemenin her aşamasında başvuru reddedilir ve ilgili aleyhine -yargılama giderlerinin dışında-ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir.
Bireysel başvuru incelemesinde Komisyonlar, Bölümler ve Genel Kurul tarafından verilen kararlar kesindir. Ancak başvurunun süresinde yapılmadığı, 59. ve 60. maddelerdeki şekil şartlarına uygun olmadığı ve tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı hâllerde Komisyonlar Başraportörünce verilen başvurunun idari yönden reddi kararlarına karşı Komisyonlara itiraz edilebilir. Bu konuda Komisyonların verdiği kararlar kesindir.
AYM Karalarından Örnekler
“Başvurucuya ait araç, terör şüphelisinin olabileceği yönündeki ihbar üzerine kolluk görevlilerince durdurularak araçta inceleme yapılmıştır. İçinde sahibinin bulunmadığı aracın kiralık olduğunun anlaşılması üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısı söz konusu aracın sahibine ulaşılarak teslim edilmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine kolluk tarafından yediemin otoparkına çekilen araç ancak 89 gün sonra başvurucuya iade edilmiştir.
Başvurucu, fiilî el koyma nedeniyle uğradığı zararların tazmini talebiyle maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri kapsamında kalmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucunun maddi tazminat istemiyle açtığı tam yargı davası ise zarar ile idarenin işlemi arasında illiyet bağının bulunmadığı, idarenin olayda kasıt, kusur veya ihmalinin olmadığı ve zarara başvurucunun kendi kusurunun sebebiyet verdiği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Somut olayda yediemin otoparkına çekilen araç hakkında 5271 sayılı Kanun’un 127. ve 128. maddelerine dayanılarak verilmiş kolluk amiri veya savcılık emri ya da sulh ceza hâkimliğince verilmiş bir elkoyma kararının olmadığına işaret etmek gerekir. Öte yandan aracın muhafaza altına alınması emrinin veya aracın suçta kullanıldığı ya da suçtan elde edildiğine dair bir iddianın olmadığını da vurgulamak gerekir.
Sonuç olarak Savcılık talimatı sonrasında aracın gerçek sahibinin tespiti sürecinde yaşanan makul olmayan gecikme sebebiyle ancak 89 gün sonra aracına kavuşan başvurucunun gelirden mahrum kaldığı, fiilî olarak gerçekleşen el koymanın 5271 sayılı Kanun’un 127. ve 128. maddelerinde belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.”(24/11/2021 tarihli , B. No:2018/37732Gazi Muhammed Başvurusu)
“Emniyet Müdürlüğü ekiplerince bir ihbar üzerine yürütülen soruşturma kapsamında yapılan çalışmada muhbire uyuşturucu teslim ettiği sırada B.M.D. gözaltına alınmıştır. Bunun üzerine arama yapılması için B.M.D.nin evine gidildiğinde B.B. ve başvurucu evde bulunmuştur. Arama sırasında çeşitli miktarlarda uyuşturucu madde ile hassas terazi, uyuşturucu madde paketlemesinde kullanılan poşetler ve bir miktar para ele geçirilmiştir.
Başvurucunun üzerinde yapılan aramada cep telefonu ile bu telefona takılı bir adet SIM kart ele geçirilerek zabıt altına alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) talebi üzerine Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla elkoyma işlemini onaylamış ve cep telefonu ile SIM kart üzerinde inceleme yapılmasına izin vermiştir. Başvurucuya ait cep telefonu üzerinde inceleme yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa sonucunun ne olduğuyla ilgili olarak bireysel başvuru dosyasında bir bilgi bulunmamaktadır.
Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) uyuşturucu madde bulundurma suçunu işlediği sonucuna ulaşarak başvurucunun 8 ay mahkûmiyetine karar vermiş ve mahkûmiyet hükmünün açıklanmasını geri bırakmış, ayrıca adli emanette kayıtlı bulunan suç eşyasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine hükmetmiştir. Başvurucunun adli emanette kayıtlı olan cep telefonu da müsadere edilmiştir. Başvurucuya ait cep telefonu ve SIM kartın müsaderesine ilişkin hüküm fıkrasıyla ilgili olarak kararda herhangi bir gerekçe açıklanmamıştır. Başvurucunun bu karara karşı itirazı 14. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
Başvurucu, suçta kullanıldığı tespit edilemeyen cep telefonunun müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir.
Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında başvurucunun cep telefonuna el konulmuş, ardından da cep telefonunun müsadere edilmesine karar verilmiştir. Müsadere kararının kanuni dayanağı olarak 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesi gösterilmiştir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde -iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla- kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmedileceği belirtilmiştir.
Bununla birlikte müdahalenin şeklî manada bir kanuni dayanağının bulunması yeterli olmayıp somut olayın bu kanunla bağlantısının kabul edilebilir bir muhakemeye dayalı olarak gösterilmiş olması gerekir. Başvurucunun cep telefonuna el konulmuş, Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla da başvurucuya ait cep telefonu üzerinde inceleme yapılmasına izin verilmiştir. Ancak Mahkemenin kararında incelemeye ve sonuçlarına dair herhangi bir açıklama mevcut değildir.
Soruşturmanın hiçbir aşamasında başvurucunun cep telefonunun suçta kullanıldığına dair bir değerlendirme yapılmamış, başvurucunun ihtiyaç duyduğu uyuşturucuyu elde etmek için bu cep telefonunu kullandığı iddia edilmemiştir. Bu durumda başvurucunun cep telefonunun kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunun işlenmesinde kullanıldığı mahkeme kararında gösterilmediğinden somut olayın kanunla bağlantısının kurulduğu söylenemeyecektir. Bu itibarla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.”(24/11/2021 tarihli,B. No: 2019/5735 Didar Dila Tay Başvurusu)
“Başvuru, açılan davaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa’da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa’da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ekli tablonun (E) sütununda belirtilen yargılama sürelerinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.” (29/12/2021 tarihli, B.No:2019/41951Özkan Şakir Şahin vd. Başvurusu)
“Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Başvurucu, kendisi gibi aynı ceza infaz yerleşkesinde bulunan eşi ile kurum içi (açık ya da kapalı usulle) görüşme yapabilmesi için yaptığı başvurularının olumsuz sonuçlandığını, başka ceza infaz kurumlarında bu şekilde görüşlerin yapılmasına rağmen kendisinin eşi ile görüşmesine izin verilmemesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini, eş durumu mazereti haklı görülerek eşi ile aynı ceza infaz kurumuna nakledilmelerine rağmen görüşememelerinin hukuka aykırı olduğunu, aile bütünlüğünün zarar gördüğünü ileri sürmüştür. Başvurucu 8/4/2019 tarihli ek beyan dilekçesinde özetle bireysel başvuru tarihinden sonra aylık olarak eşiyle kapalı görüş şeklinde görüşmesine imkân sağlandığını, ancak açık görüşe izin verilmediğini, 33 aydır tutuklu olduğunu, eşiyle sadece bir defa açık görüş yapabildiğini iddia etmiştir.
Bakanlık görüşünde, ilgili mevzuata değinildikten sonra başvurucunun kendisi gibi ceza infaz kurumunda bulunan eşi ile görüştürülmemesinin başvuru tarihindeki mevzuata uygun olduğu ancak 17/6/2005 tarihli Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’in 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında 5/12/2018 tarihinde yapılan değişiklikle aynı yerleşke içerisinde farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin görüşme yapabilmesine imkân sağlandıktan sonra başvurucunun talep tarihinden çok kısa bir süre sonra çeşitli tarihlerde eşiyle görüşebildiği, başvurucu ve eşinin telefonla veya mektupla da iletişim sağladıkları vurgulanmıştır. Görüşte son olarak İnfaz Hâkimliği kararı ile anılan karara itiraz üzerine verilen itirazın reddine ilişkin karardaki tespit ve sonuçların yasanın uygulanması niteliğinde olduğu, bu anlamda Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığı veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediği ifade edilmiştir.
Aile hayatına saygı hakkı Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate alındığında kamusal makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile hayatına saygı hakkının Anayasa’daki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında dikkate alınması gerektiği açıktır (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
Anayasa’nın 19. maddesi gereğince hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatının sınırlanması hukuka uygun olarak ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Öte yandan hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, § 36). Bununla beraber bu yükümlülük yerine getirilirken ceza infaz kurumunda tutulmanın doğal sonuçlarının gözetilmesi gerekmektedir.
Somut olayda başvurucunun eşi A.G. ilk defa 6/8/2018 tarihinde kesinleşen hapis cezasının infazı amacıyla Kayseri Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Bu tarihten sonra başvurucu, aile birleştirmesi talebi kabul edilerek eşinin bulunduğu İnfaz Kurumuna 11/10/2018 tarihinde nakledilmiştir. Başvurucunun 15/10/2018 tarihinde yaptığı eşiyle kapalı veya açık olmak üzere yüz yüze görüşme talebi reddedilmiş ve anılan karar başvuru yolları tüketildikten sonra 7/11/2018 tarihinde kesinleşmiştir ve başvurucu 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. §§ 8-18).
Bireysel başvuru tarihinden sonra İnfaz Kurumunca mevzuat değişiklikleri gözetilerek başvurucunun durumu yeniden değerlendirilmiş ve başvurucu 25/1/2019, 22/2/2019, 8/3/2019 ve 12/4/2019 tarihlerinde eşiyle yüz yüze görüşme imkânından faydalanabilmiştir. Nihayet başvurucunun eşi 24/4/2019 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun hükümlü olan eşiyle telefonla görüştüğü ve mektuplaşabildiği de İnfaz Kurumunca gönderilen belgelerden anlaşılmakta ve başvurucunun aksi yönde iddiası da bulunmamaktadır.
Başvurucu ek beyan dilekçesinde; gerçekleştirilen görüşmelerin açık görüş şeklinde olmadığından yakınsa da devletin tutuklu olan başvurucunun eşiyle temasını devam ettirecek önlemleri alması yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmakla birlikte başvurucunun eşinin de ceza infaz kurumunda olduğu dikkate alındığında söz konusu yükümlülüğün kapsamının somut olayın koşulları özelinde değerlendirilmesi gerekecektir (Mahmut Mumcu, B. No: 2017/24655, 9/7/2020, § 71). Bu anlamda başvurucuya kapalı görüş, telefonla görüşme ve mektuplaşma hakkı tanıyan idarenin açık görüş hakkı tanıması noktasında pozitif yükümlülüğü bulunduğu söylenemez.
Dolayısıyla başvuruya konu aile hayatına saygı hakkının ihlali iddiası açısından İnfaz Kurumunca başvurucunun eşiyle aynı ceza infaz kurumuna naklinden ve görüşme talebinin reddi kararından itibaren çok uzun bir süre geçmeden yüz yüze görüşün ayda bir olmak üzere, başvurucunun eşinin tahliyesine kadar gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun eşiyle telefonla görüşme ve mektuplaşma haklarını da kullanabildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki devletin pozitif yükümlülüklerin gereğinin yerine getirilmediği söylenemez.
Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.” (29/12/2021 tarihli, B.No: 2018/34176 Durmuş Günsür Başvurusu)